Şeriat hükümleri ve hikmetleri – ÖRTÜNMEK (Kılık-Kıyafet)

Published by

on

Şeriat hükümleri ve hikmetleri – Örtünmek (Kılık-Kıyafet)

(Ayrıca “Bakış” ve “Ses” konusuna da temas edilmiştir)

*

Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız

Islamda basörtüsü Islamda örtünmek Islamda kilik kiyafet Kuranda örtünmek Kuranda türban Kuranda carsaf

***

I – GENEL  OLARAK  GİYİM

Giyim, insanın mevkiini, cinsiyetini, kabilesini, bölgesini, milletini, medeniyetini ve hatta duygularını ortaya koyabilen en müessir ifade vasıtalarından biridir. Ferdin taşıdığı bir bay­raktır. (…)

İnsanın elbiseleri bir mânâda onun evine benzetilebilir. El­bise insanın “ilk evi”, daha özel bir evidir. Çünkü insan önce elbisesi içinde, sonra evinde oturur.

Desmond Morris, bir eserine başlık olarak “Çıplak Maymun” demiş ve bundan insanı kasdetmiştir. Gerçekten de insan meme­liler içinde tek çıplak doğan ve bütün hayvanlar içinde “tek gi­yinen”dir. Bu  yüzden insanın giyiminin tarihi, dünya kadar hattâ dünyadan da eskidir. Bilgi ağacından tadan ilk çift, Hazret-i Âdem ve Havva, birden bire çıplaklıklarını farketmişlerdir. (Bakara Sûresi. 28-29 ve A’raf Süresi. 13-30 âyetler). Şeytanın iğvasına kandıkları anda, çıplaklıklarını farketmişler ve aynı za­manda haya, utanma duygusunu hissetmişlerdir. Bu an, insan­lar arası ilişkilere haya duygusunun girdiği andır. Hususi du­rumla, cemiyet içindeki durum, o andan itibaren farklılaşmıştır. İlk çift ortaya çıkar çıkmaz, elbiseyi de “icad etmişlerdir.” El­bise utanma duygusunu silmiş ve insanı kollektif hayata sok­muştur.

Yahudilerin Genése’ine göre, kendilerini çıplak gören ilk in­sanlar, incir yapraklarından kemerler yapmış, omuzlarını hayvan kürkleriyle örtmüşlerdir. İnsanın hayvanlık halinden insan­lık şerefine erişmesi, elbise ile olmuştur.

*

II – FARKLI  TOPLUMLARDA  FARKLI  GİYİMLER

Kıyafetin tarihi, dinler ve devletler, âdetler, düşünceler ta­rihi ile iç içedir. Fransızca’dan Türkçe’ye de geçmiş olan costume kelimesi İtalyanca “costume”den gelmektedir ki âdet, ge­lenek mânâsınadır. Yani, giyim ile âdet başlangıçta aynı şeyi ifade etmektedir. Çünkü her kavmin kendine göre bir giyim âdeti vardır. Kostümlerin yani kıyafetlerin değişmesi ile âdetle­rin değişmesi birbiriıne paralel olmuştur.

Kıyafetin tarihi, medeniyet tarihinin bir parçası olarak ele alınabilir ve tarihin karanlık köşelerini aydınlatabilir. Kıyafetteki değişmelerin sebebi etnolojik, iktisadî, siyasî, dinî, manevi, sanatla ilgili şartlarda aranabilir. Toplumların birbirlerinin gi­yiminden etkilendikleri ve genellikle galib kavimlerin kıyafet­lerinin, mağlublar tarafından benimsendiği söylenebilir. Ancak kıyafetin yalnız elbiseyi değil, vücûda yapılan dövmelerden baş­layarak, saç ve sakal şeklini, bıyıkları, kadınların saç tuvaletini ve avadanlıklarına kadar bedene yapılan her türlü müdahale ve ilâveyi anlamak daha yerinde olur. Ayrıca toplumlara göre değişen, bir renk senbolizmi olduğunu da unutmamak lâzımdır.

Elbise bir işarettir ve karşımızdakine, hangi gruba aid olduğumuzun mesajını verir. Deri, hayvan tüyü, yaprak, deniz kabuğu, saman vs. gibi tabiatta hazır bulunan malzemelerden günümüzün yıkanan, buruşmayan, çekmeyen dokuma sanayiine kadar alınan yolun her merhalesinde bugün de yaşamağa devam eden topluluklar vardır.

Kıyafet, ev-barkla beraber ferdin aid olduğu grubu en açık ve en doğrudan bir şekilde ifade eden bir işarettir. Kızılderililerin çadırları önünde uzun tüylü başlıkları, dar paçalı pantalonları ve bağdaş kurmuş oturur halleri veya Eskimoların buz­dan evler önünde ve parkalarıyla durmaları etnoğrafik hayal kurmalarda ilk akla gelen imajlardır. Aynı şekilde zengin ve kibar sınıfa mensub bir Çin’li erkek, şişman, tepesinde bir tek perçem halinde bırakılmış saçı, sonuna kadar uzatılmış tırnak­ları, mavi, mor veya siyah elbisesi ile Çin tarihinin canlı bir şa­hidi gibidir.

Medeniyet tarihine bakıldığı zaman Hint-Avrupa ırkının kı­yafetini devamlı olarak değiştirdiğini, Asya toplumlarının ise, eski çağlardan bugüne kadar pek değiştirmediklerini görüyoruz.

Guénon, İslam dahil, doğu toplumlarının kendilerine göre, ke­mali bulmalarından sonra (vahiy ve üstün örnek sayesinde) ar­tık değişmediklerini ve her neslin o mükemmel örneği tekrar ederek yaşadığını ileri sürer. XVIII. yüzyıldan beri “Terakki putu”na tapan batı için ise mükemmel, hep yarınlardadır. Ama bu­gün mükemmel olan yarın aşılacak, yarının mükemmeli de öbür gün geçilecektir. Böylece alâimissemâyı yakalamak isteyen bir çoouk gibi, batı hep koşacak ve hiç bir zaman bulamaya­caktır.

Doğu ile batı arasındaki bu temel fark kendini giyinişde de ifâde etmektedir. Giyim insanın dünya görüşünü ortaya koyan senbollerden biridir. Ve her uygarlığın insan anlayışı ile doğru­dan ilgilidir. Önce Yunan, sonra Roma, sonra da Rönesansa ka­dar Avrupa toplumunun giyimine baktığımızda, bu giyimin gü­nümüzün geleneğini koruyabilmiş toplumlarında gördüğümüz giyim özelliklerine, yani uzun, bol ve genellikle başlıklı giyime uyduğunu görürüz. Ancak burjuvazinin tarih sahnesine çık­ması, kapitalizmin gelişmesi ve Batının kendini bir model olarak bütün dünya toplumlarına empoze etmesi sırasında batının gi­yim anlayışının da değiştiğini ve giyimin giderek küçüldüğünü, darlaştığını ve başlıksız hâle geldiğini görüyoruz.

Rönesansla birlikte ortaya çıkan bir anlayış ile Batıda in­san herşeyin temeli kabul edilmiş ve bunun sonucunda yeni bir “Hümanizm” egemen olmuştur. 400 yıldır Batıda Tanrı, kiliseye hapsedilmiş ve hayattan çekilmiş durumdadır. Maneviyat hayatın ucuna itilmiş, batı uygarlığı maddi bir iskelet olmuştur. İnsan ne “Allah’ın rûhu”nu taşıyan bir varlıktır, ne de O’nun yeryüzündeki halifesi. Bu uygarlıkta insanın hayvandan farkı ola­rak taşıdığı hiçbir temel varlık değeri yoktur. Fil güçlüdür. İn­san da akıllı. Bu akıllı hayvan bilim ve teknik silâhı ile tabiat üzerinde egemenlik kurmuştur. Bunun dışında hayatın başlan­gıcı, süresi ve sonuyla ilgili olarak diğer hayvanlardan hiçbir farkı yoktur. Belli bir süre yaşayacak ve sonunda ölecektir.

Bu kısa zamandan başka birşeye sahip olmayan insanın yapacağı tek şey, bu zaman içinde kendisine en yararlı gelen şeyleri toplamak ve kendisine en fazla zevk ve eğlence veren şeylerden alabildiğine faydalanmaktır. Bu, iki ayağı üzerinde gezen dünyalık ve akıllı hayvan bütün fıtrî ve bedenî güdülerini sonuna kadar kullanmalıdır. Arzularını doyurmak yolunda hürdür. Sosyal hayat da bu özgürlüğe bir sınır koymamaktadır. İşte bu sebebden, böyle bir toplumda cinsî güdüler vahşileşir, sınır tanımaz. Kadın da verdiği zevk oranında değer taşır. Artık kadın İlahî bir emanet ve insanı oluşturan iki temel parçadan biri olmaktan çıkmış ve yalnızca bir “beden” haline gelmiştir. Taşıdığı değer, bedeninin değeri kadar olacaktır. Böyle bir top­lumda kadının tüm varlığı görülmekte ve alıcının gözü ile değerlendirilmektedir. Kadın sadece deri, erkekse sadece göz’dür.

İnsanın yalnızca beden, yüz ve gözden ibaret olduğu bir kültürde giyimin şekli ne olacaktır? Böyle bir insan için elbise, vücûdu örtmekte değil, tersine teşhir etmekte kullanılan bir araçtır. Kadın için bir sığınak değil, ikinci bir deridir.

Öte yandan batılı anlayış dünyayı tüketime, daha çok tü­ketime zorlamaktadır. Böyle bir maneviyattan yoksun sistem içinde kadına biçilen rol, tüketen ve tükettiren bir araç olmak­tır ve değeri de bu rolünü oynayabildiği ölçüdedir.

Resim, müzik, sinema, tiyatro, gazete, dergi, posterler ka­dını sürekli pazara sürmektedir. Sermayesi aynı olan iki önemli endüstri kolu daha vardır ki, buınlardanı biri tekstil, giyim, di­ğeri ise kozmetik endüstrisidir. Eğer kadın beden ve gözlerle de değerlendirilen bir varlık olmaktan çıkarsa, gerçek hüviyetine kavuşturulursa, bu endüstri kollarının kaderi ne olacaktır? Ba­tılı veya batılılaşmış bir kadın yalnızca vücûdunu ortaya koyan elbiseler giymekle kalmamalı, aynı zamanda elbiselerini de sü­rekli değiştirmeli ki, dokuma ve kumaş endüstrileri yaşasın.

*

III – İSLÂM’DA  GİYİM  VE  TESETTÜR

İslâm’da kılık-kıyafet ve örtünmenin sosyolojik açıdan değerlendirilmesiyle ilgili bir çalışmada batı toplumunun bugünkü durumuna niçin bu kadar geniş bir yer ayırdığımız sorusu akıl­lara gelebilir. Hemen şunu belirtelim ki İslâm’ın giyim konu­sunda emrolunan esasları, yukarda, manzarasını çizdiğimiz ba­tı toplumunun durumuna, beşeriyetin düşmesine mâni olmak içindir. Gerçekten de batılı giyim biçimi ile İslâmî giyim biçimi iki ayrı kültür, iki ayrı inanç ve iki ayrı anlayış çerçevesinde an­cak açıklanabilir. Bu iki kültür ve giyim biçiminin arasındaki uzaklık gökle yer arasındaki uzaklıktan daha fazladır. (…)

Ge­nellikle sanılanın aksine Kur’an-ı Kerîm’de en ufak bir kadın düşmanlığı (misogynie) söz konusu değildir. İslâm’da kadının dünyası ile erkeğinki birbirinden kesinlikle ayrıdır. İslâm cinsi­yetleri birbirinden hem ayırır, hem birleştirir onları. Hem farklılandırır, hem karşılıklı tamamlar. Bu yüzden her cinsiyetin kendine göre ayrı bir değeri vardır. Erkek, erkekliğini bilmeli­dir; kadın da kadınlığını. Bu cinsi dikotomi, ikileme, ken­dini hissettirecektir. Bu yüzden fıkıh kitapları, en ufak teferruatına kadar her iki cinsiyetin nasıl giyinmesi gerektiği konusundaki bilgilerle doludur. Buhâri’de müstakil bütün bir bölümün giyim konusundaki esaslara ayrıldığı malûmdur.

İslâm Dini’nde istediği gibi giyinmek hürriyeti vardır. Ancak, vücûdun anatomik biçimlerinin yerine, elbisenin cinsî farka dayanan senbolizmini geçirmek söz konusudur. Yani, giyimin insanı tabii etkilerden korumak görevinin yanında, çok kesin bir baş­ka görevi daha vardır: biolojiği, teolojik ile aşmak. Elbise basit bir alışkanlık olmaktan çıkmakta, bir etik, hatta bir teolojik olmak­tadır. Bu yüzden izar, aşık kemiklerini aşmamalıdır. Cübbe, ge­niş olmalıdır. Elbiselerin ne şekilde giyileceği de kesinlikle belir­tilmiştir. Tek bir parçaya sarılmağa ve avret mahallini kısmen veya tamamen örtüsüz bırakmağa da izin verilmemiştir. Bir baş­kasının elbisesinin şiddetle çekilmesi de yasaklanmıştır. Sebeb, giysinin birden açılabilmesi ihtimalidir.

Erkeklerin giyebilecekleri renkler bellidir; beyaz, yeşil, kır­mızı. İpek, erkekler tarafından giyilemez, hanımlara mahsusdur. Altın da keza. Sakal, İslâm erkeğine mahsus bir imtiyazdır. Titiz ve devamlı bir ihtimamın konusu olmalıdır. Sakal, İslâm erkeğinin senbolüdür, örtü de İslâm kadının senbolü. Ama ör­tü kadınlığı gizlemek içindir, sakal ise tersine dikkati çekme ve bir mânâda erkekliği sergilemek için. Sakal, erkekliğin alâmeti­dir; nasıl olması gerektiği de tayin edilmiştir. Geleneksel İslâm toplumunda bir insanın içtimaî ehramdaki yeri sakalının boyundan, şeklinden, renginden anlaşılırdı. Kadıların, müderrislerin, imamların sakalı beyaz ve uzun olurdu. Askerlerin siyah. Köle­lerin ve işçilerin kısa.

İslâm’da bir haya vasıtası olan kıyafet, vücûdu gizlemeli ve aynı zamanda dünyadaki cinsiyet ikiliğini aksettirmelidir. Bu görev kadın kıyafetinde başörtüye verilmiştir. Başörtünün gö­revi sadece fayda değil, onu taşıyan kadının sâfiyetinin bir deva­mı olduğunu gösterme, onun hem kadın, hem de müslüman oldu­ğunu göstermektedir. (Nûr Sûresi (XXIV), 27-31. âyetler). Örtü, Müslüman kadına mutlak bir anonimlik kazandırır. Müslüman kadın olmak, “in cognito” yaşamak demektir. Arab evi, pamuk yahut keten peçenin üstüne atılan taştan bir peçedir.

Cinsiyet ayrımının son basamağı olan bakış da, sıkı dinî ya­saklara tâbi tutulmuştur. Müslüman olmak, bakışlarını kontrol etmesini bilmek demektir. Islâm’da mahremiyet kavramı da çok nüanslıdır ve giyim konusunda buna da bir yer ayırmak ge­rektir:

Avr kökünden gelen avret kelimesi başlangıçta bir gözün kaybı mânâsına gelir. Avret dört kategoriye ayrılır:

1) Bir erkeğin bir kadında görebileceği,

2) Bir kadının bir erkekde görebileceği,

3) Bir erkeğin bir erkekde görebileceği,

4) Bir kadının bir kadında görebileceği.

Bir kadının yabancılara yalnız yüzü ve elleri açık olabilir. Yabancı bir kadına bakmanın cezası “cennetin kokusunu duymamak”tır. İslâm’da mutlak çıplaklık katiyen tavsiye edilmez, yalnızken bile. Çünkü cinler ve meleklerle dolu olan bir dünya­da, mutlak bir yalnızlık yoktur. Bütün bu yasaklar “mübâh ba­kış” ile “zina olan bakış”ı birbirinden ayırmaktadır. Bir hadîs-i şerifte, “Gözün zinası, bakıştır; dilin zinası, sözdür; elin zinası, dokunmaktır; ayağın zinası, nefsimizin doğrultusunda yürümek­tir.” buyuruluyor.

Aynı yasaklamalar ses için de konulmuştur. Müslüman kadnın sesi de avrettir. Müslüman Arap toplumu bu bir mânâda şuurlu körlükten zaman zaman muzdaribdir. Cinsiyetler birbir­lerinden şer’an ayrılmışlardır. Toplumun bir yarısı öbür yarı­sından kendini gizlemektedir: Kendini tahayyül ettirmek veya karşı tarafı şaşırtmak için. Bu yüzden bir bakışdan, bir tasvir­den büyük bir aşkın doğması az rastlanan vak’alardan değildir.

İslâm toplumunda örtünme konusunda köy ile şehir ara­sında bir ayırım yapmak gerek. Faal çalışma hayatına katılan köylü kadının, şehirli kız kardeşinden çok farklı bir statüsü var­dır. Tam bir kapanmaya imkân yoktur. Açık hava buna müsaid değildir. Cariyelik kurumu ayrıca köy bölgelerinde pek geliş­memiş, onun yerine boşanma yani birbirini izleyen poligami da­ha çok karşılaşılan bir durum olmuştur. Cinsî konudaki İslâmî görüşü belki de bedevi ve beldevî şeklinde ikiye ayırmak doğru olacaktır.

Görüldüğü gibi İslâm, maddi realiteyi asla inkâr etmez; mad­di arzulara karşı vurdum duymaz değildir. İslâm’ın bizden istediği maddî arzuları doyurmak, ancak bunu hayatın amacı haline getirmemektir. İslâm’da madde, mânânın emrindedir ve Allah’ın koyduğu ölçü dahilinde, insanın rûhî erdemlerinin geliş­mesinde kullanılmalıdır.

İslâm inancı, insanı doğumla ölüm arasında maddi arzu­larla sınırlı ve ölümden sonra yok olacak iki ayaklı bir hayvan olarak değil, önünde uzun bir yol bulunan ve ölüm kendisi için sadece bir geçit olan bir varlık olarak değerlendirir. Allah karşısında insan sorumlu bir varlıktır. Bedenini de kullanır. Fakat, her istediği yerde ve şekilde ve her istediği ile değil.

İslâm’da insan bedenini sergilemek için giyinmez; bedenini örtmek için giyinir. Onun giyimi arzu uyandırmak için değil, tam tersine onu gemlemek ve azaltmak içindir. Elbise onun için ikinci bir deri değil, ilk evdir. İslâm’da kadınların örtünmesi, kendilerine mahrem olan erkeklere karşıdır. Kur’an’da kadın­ların nasıl örtüneceği, kimlere karşı örtünecekleri ve erkeklerle olan ilişkilerinin şekli ve sınırları açıklanmıştır.

*

IV  –  ÇAĞIMIZDA  ÇIPLAKLIK  KÜLTÜRÜ  VE  TÜRKİYE’DE  DURUM

Gerçekten de asırlar boyu içtimaî mevkii ne olursa olsun bir Müslüman erkeğinin veya kadının Müslüman olduğu kıyafeti ile farkedilmiştir. Osmanlı devletinde de Müslüman, Hıris­tiyan, Mûsevi gibi din bakımından farklı toplulukların kendilerine mahsus kıyafetleri vardı. Saraylıların, esnafın, askerlerin, din adamlarının, tarikat ve tekke mensublarının, özel kıyafetleri bulunuyordu. Bunlar rütbe, yaş, kadın, erkek, çocuk, kız, de­likanlı gibi toplum içindeki yerlerine göre giyinirlerdi. Ama, hepsinin de kıyafeti genel hatları içinde Müslüman kıyafeti idi. Ancak, son 150 yılda çeşitli medeniyetlerin eş biçim alması gibi giyimde de, Avrupanın batısındaki kavimlerin kıyafetleri esas alındı.

Bugün yurdumuzda da insanımız “Üret ve tüket” fâsit dai­resi içine hapsedilmiştir. Bugünün kadınına da mânânın öte­sinde bir madde gibi bakılma temayülü, gerek basın, gerek TV ile yaygınlaştırılmaktadır. Mevsimlik giyim tabliîleşmiş, kısa ve dar giyim yerleştirilmek istenmiştir. Gençler, özellikle genç kız­lar tam bir giyim buhranı içindedirler. Bir kısmı başını örterek İslâmî giyinişe sığınıyor, bir kısmı ise Blue Jean giyiyor. Ama, yine haya duygusu galebe çalarak kendini rahatsız hissediyor. Bu iki zıt görüşün sentezi ise, her halde Blue Jean giyerek, ba­şını bağlayan Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan İran’lı kız öğ­renci hiç değildir.

Temennimiz, toplumumuzun geçirmekte olduğu büyük şah­siyet buhranının kendini en açık şekilde ifade ettiği giyim buhranı ile beraber sona ermesi ve Türk insanının hangi dünya gö­rüşünün sahibi olduğu konusunda kesin bir karara varmasıdır.[1]

***

Örtünmekle ilgili Elmalılı Hamdi Yazır mealinden birkaç ayet meali:

A’raf Suresi

26 – Ey Âdemoğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah’ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.

27 – Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanların dostu yaptık.

***

Nur Suresi

30 – (Resulüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

31 – Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.

***

Ahzab Suresi

59 – Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına hep söyle de cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Ayrıca Sünen-i Nesâî hariç, Kütüb-i Sitte’de ve İmam Malik’in Muvatta’ında li­bas (giysi) bahsi (Kitâbu’l-Libâs) yer almakta, bunların bablarında li­bâsa dair çeşitli edeb ve kaidelere temas eden hadîsler sıralan­maktadır.

***

Diğer Şeriat hükümlerinin hikmetleri hakkında şu yazılara bakılabilir:

Şeriat hükümleri ve hikmetleri – TAADDÜD-Ü ZEVCAT (ÇOK EVLİLİK)

Şeriat hükümleri ve hikmetleri – ŞAHITLIK: BIR ERKEK IKI KADIN

Şeriat hükümleri ve hikmetleri – KISAS (Katilin hükmü)

Şeriat hükümleri ve hikmetleri – HIRSIZLIK (Hırsızın hükmü)

Şeriat hükümleri ve hikmetleri – Mirasta Erkeğe iki Kadın payı

Şeriat hükümleri ve hikmetleri – Islam’da Köle ve Cariye

***

Benzer yazılar:

İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.a) Şeriat hakkında ne dedi?

Hz. Ali (kv) Şeriat ile hükmedilmesini emretti

Kur’an Nizamı (Hilafet/Şeriat/Hüküm/Kanun) ile ilgili bir kaç Ayet-i Kerime

Şeriat, Hüküm, Kanun hakkında birkaç Hadis-i Şerif

Osmanlı Devleti’nin Dünya Medeniyetine katkılarını böyle anlattılar

Prof. Dr. Ilber Ortaylı: Islam’da laiklik olmaz

Laiklik nedir? Cesur Bir Laikin Ağzından Laikliğin Gerçek Yüzü

Şeriat ile yönetilen Osmanlı’nın Gayr-i Müslimlere Hoşgörüsü

Yunanistan’da bile Müslümanlara Şeriat hükümleri tatbik ediliyor, Müslümanların yaşadığı Türkiye’de bunu istemek suç

Kemalistlerin mi yoksa Allahu Teala’nın kanunları mı?

Allahu Teala’nın hükümleriyle yönetilen Osmanlı ile kafirlerin hükümleriyle yönetilen Kemalist Cumhuriyet arasındaki fark

New York Times’tan Şeriat’a övgü (Bizim Laikler ne zaman anlayacak?)

İskoçya Kilisesi Şeriat mahkemelerine destek verdi – Ama bizim laikler hala Fransız

Şeriat sistemine kavuşabilmek için bize göre Müslümanların yapması gerekenler

Kadir Mısıroğlu ile Şeriat ve kemalizm üzerine

Dr. Ebubekir Sifil’in Şeriat ve Laiklik üzerine müthiş yorumları 

***

Daha fazlası için sitemizi inceleyebilirsiniz.

**********

KAYNAK:

[1] İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Meriç, Sosyolojik Açıdan Kılık-Kıyafet ve İslâm’da Örtünme (Tebliğ), İSAV Yayınları 9, 3. Baskı, İstanbul 1991, sayfa 29 ve devamı.

**********

Kadir Çandarlıoğlu

**********

Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:

http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com

*

*

Blog at WordPress.com.